Haber

Şebnem Korur Fincancı’nın savunmasının tam metni

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Prof. İstanbul Çağlayan Adliyesi 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Propaganda” davası başladı.

Şebnem Korur Fincancı’nın davadaki savunmasının tam metni şöyle:

“Bugün içinde bulunduğum bu ilginç durumla ilgili açıklamamı sizlerle paylaşmaya başlamadan önce şükranlarımı sunmak istiyorum. Yıllardır katlanmak zorunda kaldığımız imtihanların sonuncusunda harika jenerik değerlendirmeler ördük. soruşturmadan kovuşturmaya adım adım, derin ve kapsamlı bir duyguyla bizden oluşturdukları sözlerin bu ebedi kubbede bir ses olduğunu kim bilebilirdi.Ancak bu, her şeye rağmen hukukçulukta ısrar eden avukatlarıma bir teşekkürdür. tüm bunları bir hafta gibi kısa bir sürede 582 avukatın dayanışmasını sağladım.Savcı sözüme güvendiği için artık yapamadığım araştırmalarımı,çalışmalarımı,yayınladığım kitapları bana hatırlatan bir avukatım olduğu için çok şanslıyım. yorgunluk saatlerinde hatırlayın ve önümde sıralayın.Bir hakka itiraz başlı başına Hukuk Fakültelerinde okutulmayı hak eder.

Tüm “usul güvenceleri” yerine getiriliyormuş gibi yapılırken, konut aramanın canlı yayınında kurgulanan gerçek çarpıtmalarla hem yargı mensuplarını hem de kamuoyunu olumsuz etkileme çabaları, var olmayan bağlantı yürütme ile yargı arasındaki masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı daha en baştan ihlal edilmiştir. Tıbbın adını bildiği tezi karşısında ön tanı ile tanıyı ayırt edememesi, söze dahi girmeden suçumu beyan ederek ve bulunduğu suça isnat ederek görevden alınma talebiyle başvurusunda bulunması çelişkisi. Türk Tabipler Birliği Merkez Komitesi üyelerine bu soruşturmayı objektif ve tarafsız bir şekilde yürüttüğünden emin olarak, Avukatlarıma bilgi verilmeden önce tutuklanmasına sevk kararı basına da tebliğ edilmiştir. , hukuken değil siyasi olarak hepimizin öngördüğü bu tabloyu ortaya koyarak, yapılmaması gerekenleri tek tek sıralayarak, hukuku savunma çabalarından dolayı kendilerine teşekkür etti. daha fazlasını hak ediyor. Bu değerli metin; İlk çıktığı dönemde okuduğum için tekrar okuma fırsatı bulduğum, tutuklandıktan sonra tekrar okuma fırsatı bulduğum Haffner’ın “Bir Almanın Hikayesi” adlı kitabına gönderme yapmama neden oldu: “Yüksek mahkemenin hepsi yaşlı olan üyeleri arasında sarışın genç bir sulh hakimi biraz tuhaf görünüyordu. Artık yasaya uymak zorunda olmadıklarında ve metne değil ruha, özenle hazırlanmış yasal değerlendirmelere dayalı olduklarında, bir eyalet sulh ceza mahkemesine gönderilme riskine karşı yargıcın “gleichschaltung-koordinasyon” adına yaptığı uyarıyı hatırladı. ve sonunda yüksek mahkeme binasının terk edilmişlik hissi. Böyle bir zihniyeti kabul etmedikleri ve adalette ısrar ettikleri için hepsine teşekkür ediyorum.

Sadece benim için değil Türkiye’de yaşayan herkes için farklı olduğunu düşündüğüm bu duruma gelince; Sokrates’in savunmasının başında söylediklerinden başlayayım: “Suçlayıcılarımın sizi nasıl etkilediğini bilmiyorum; ama sözleri o kadar aldatıcıydı ki, kendi hesabıma dinlerken neredeyse kim olduğumu unuttum”. Bu suçlamaların sizin üzerinizdeki etkisini ben de bilmiyorum ama çok şükür kim olduğumu unutmadım. Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi”nde dediği gibi, tüm görevlerin en zoru zihnim olduğu söylense de, insanlık tarihinin birikimiyle birlikte ben yine de kendini bilme görevini tanımlıyorum. Kafamda asılsız tüm iddiaları reddedecek bir mahkeme kuruyorum. Aklımı bir tahakküm aracı olarak değil, sınırsız güce boyun eğmeden, özgürlüklerin yitirildiği, insan onurunun yok edildiği, Sokrates benzetmesiyle “devlete musallat olan at sineği” olmaya çalışıyorum. her türlü değere sahip olarak onu yok eden saf bir güç sistemi. “Hak için çalışan herkes devlet adamı değil, sadece vatandaş kalmalıdır” uyarısına katılıyorum ve bir vatandaş, doktor, tıp uzmanı, bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak üzerime düşen görevleri sonuna kadar yerine getirdiğimi kabul ediyorum. Bu yaşıma kadar elimden geldiğince, düşünmeye değer bir hayatım olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle doktorumun kimliğinden başlamalı. Virchow’un tarifi benim için her zaman yol gösterici olmuştur: “Doktor, sıkıntıda olanın savunucusu olmalıdır”. Burada saygı ve sevgiyle andığım patoloji hocam Talia Bali Aykan’dan bu sözü duyduğum günden beri belirtilen ilkeye her zaman sadık kaldım. Verem Dispanserinde bu toprakların en sıkıntılı hastalarıyla başladığım tıbbi karşılaşmalarım, Spinoza’nın dediği gibi “acı görünce biter” anlayışıyla ve hocamın rehberliğinde Talia adlı tıpta uzmanlık eğitimiyle devam etti. kimliği ne olursa olsun tüm insanlığın acılarını görünür kılma çabasıyla.

70’li ve 80’li yıllar başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde adli tıbbın acıyı yaratanın kimliğini gözeten yapısını değiştirmek için eğitim içeriğimizi ve bilimsel yaklaşımın nesnel ve bağımsız niteliğini geliştirmeye çalışmak. ve bu kimlik ışığında mağduru yok sayar; Bilimsel meslek kuruluşumuz Adlı Tıp Uzmanları Derneği’nin kurucuları arasında yer almaktan ve alanında tek bilimsel dergimiz olan Tıp Bülteni’nin Türkiye’de de yer almasının öncülerinden biri olmaktan onur duyuyorum. Türkiye’de hem ulusal hem de uluslararası saygın endeksler.

Kendi kendime öğrendiğim bu süreçte tıbbi tıbbın özellikle bağımsız bir yapıya sahip olmadığı zamanlarda devletlerin işlediği iddia edilen suçları görünmez kılma aracına dönüşebileceğini keşfetme fırsatım oldu. Bu keşif beni bir tıp uzmanı olarak Sokrates’in atı gibi devleti rahatsız eden insan hakları çabamla buluşturdu. Yaptığım yüzlerce araştırma, yazdığım makale ve kitaplar, kitap bölümleri hep acıyı kimliğinden bağımsız olarak görünür kılmanın yöntemlerini içeriyor. Danıştığım son tez, termal kamera kullanarak gözlerimizle göremediğimiz vücut yaralanmalarını görünür kılmak için kullandığımız bir araştırmaydı. Zarar verenin değil, görünür kılanın cezalandırıldığı koşullarda ortaya çıkan zorunlu emekliliğim nedeniyle resmi müşavirlik unvanım sona ermiş olsa da, aldığım bu araştırmada görev alan çalışma arkadaşlarıma da teşekkürü bir borç bilirim. Baştan sona heyecanla katılın.

Meslek hayatıma başladığım ilk yıllardan itibaren, insan hakları çalışmalarını tıp uzmanı kimliğimle harmanladığımda, görünür kılma çabamın cezalandırıldığı olumsuz durumlar kadar, bu emeğin değer gördüğü bir hayat yaşadım. ya da cezalandırılmaya çalışıldı. Bu ilginç sürecin başından beri hissettiğim ve bugün gördüğünüz resim bu bedelin yansımasıdır.

Bu hayat bana BM Zulme Karşı Sözleşme’nin hazırlanmasında emeği geçen, bugün ne yazık ki aramızda olmayan ve Yunanistan için bir kayıp olarak nitelendirilmesi gereken değerli meslektaşım Maria Kalli’yi tanıma, arkadaş olma ve ondan öğrenme fırsatı verdi. Veli Lök hocamı ve Fikri Öztop hocamı tanıyıp öğrencisi olabildim. PHR (İnsan Hakları için Doktorlar) ile Bosna’daki toplu mezarlarda çalışarak acıları görünür kılma çabasında Bob Kirsher’den ve insan hakları ihlallerinde tıbbi sorumluluğun değerini anlamama ve içselleştirmeme yardımcı olan Vincent Iacapino’dan öğrendim. Günün sonunda BM’nin “İşkencenin Etkin Soruşturulması ve Belgelenmesi El Kitabı – İstanbul Protokolü” adlı rehberi yazıldı. İlk baskısının yazarlarından biri olduğum bu kılavuzun 2022 güncellemesinde, kurucu komitesine layık görüldüğüm Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın editörlerinden biri oldum. Dünyanın her köşesindeki işkence rehabilitasyon merkezlerinin bir araya geldiği IRCT’de (International Rehabilitation Council for Torture Mağdurları) birçok ülkeden meslektaşlarımla birlikte İstanbul Protokolü eğitimlerini organize etmek ve eğitmek, işkence izleri görülüyor. IFEG (Bağımsız Adli Uzmanlar Grubu) üyesi olarak birçok ülkenin yüksek mahkemelerinin kararlarını değerlendirme aracı olarak kullandıkları tutum belgelerinin hazırlanmasına ve dokümantasyon çalışmalarına katkıda bulundum. İsrail’de gözaltında yaşamını yitiren bir gencin cenaze törenine hazırlanırken çekilen fotoğrafları ile otopsi raporunu karşılaştırarak hazırladığım tıbbi değerlendirme, yüksek mahkeme tarafından dikkate alınarak Adlı Tıp Kurumu başkanının görevden alınmasını sağladı. . Bahreyn’de bir gence yapılan ‘gayri resmi’ otopside ve aldığım doku örneklerinin incelenmesinde yargıda karşılık bulamasa da elektrik işkencesini gören ve görünür kılan diğer göz oldum. , ailesinin acısını bir nebze olsun hafifletebilirdi.

Yaşadığım topraklarda, kendi ülkemde ilk ceza girişimini yine bir görselle yaşadım. Gözaltında durumu kötüleşen, kolluk kuvvetleri tarafından yolda olduğu teziyle hastaneye getirilen ve veteriner tarafından yapılan otopside “dayanma izi” görülmeyen gencin görüntüsünü gördüğümüzde patolog, ölümünün ardından ailesinin defin için hazırlanırken çektiği görüntü ön tanıya ulaşmamızı sağlamadı. Hastane kayıtları ile işkenceyi tanımlayıp teşhis edebildik.

Bundan sonra size, bu farklı duruma, tıp bilirim diyen savcının iddialarına, o tezleri benimseyen hakime ve tutuklama kararı veren hakime, sizlere söyleyeceğim şudur. kaçacağım şüphesiyle tutukluluğumun devamına karar veren ve belgeyi kabul eden. Yıllarım verdiğim isimle tıp, özellikle zehirli (toksik) gazlar ve kimyasal silahlar konusunda ulusal ve uluslararası birçok makale ve kitap yazmış bir bilim adamı olarak, ilacı bu isimle bildiğini iddia eden savcıdan itiraf edeceksiniz. , bilgim çok olduğu aşikarken bilimsel bir tartışma yok. Bunun yerine linç girişiminde bulunanlara, tıbbi değerlendirmeye katılmadığını belirten tıp dışı kişilere birkaç sözüm var.

O halde bilim ideolojisi, bilimsel bilginin oluşum süreci ve tıp ile ilgili bazı konulara açıklık getirmek gerekmektedir.

Nesnel gerçeklerin bilimsel analizinde, bilimsel önermelerle başlayan süreç, bu önermeler bize ait olsa bile bilimsel sistemle inkar çabasıyla devam eder. Ancak tüm inkar adımları başarısız olduğunda, bu önerme bilimsel bir gerçeğe dönüşür. Öte yandan, B. Russell’ın dediği gibi, “rasyonalizm, kesinliğin mümkün olmadığı durumlarda en olası görüşe ağırlık verir. Göz ardı edilmeyecek ihtimaller de kenarda duruyor, yeni kanıtlar onları güçlendiriyor” dedi.

Burada B. Russell’ın mutlaklığın mümkün olmadığı durumda en güçlü görüşü tartma ifadesinin yıllar sonra uluslararası kılavuzlarda yerini bulduğunu ve ispat standartlarının dört temel tanımının ortaya çıktığını söylemek gerekir. (bir tane)

Makul şüphe: Söz konusu olay hakkında şüphenin doğması, ancak başka sonuçların mümkün olması durumu (%40). Klasik ifade, “bu makul sonuç muhtemeldir” şeklindedir.

Olasılıkların tutarlılığı (yeterli kanıt): Bulguyu desteklemek için daha fazla kanıt (%51). Klasik ifade: “Bu makul bir sonuçtur”

Açık ve inandırıcı kanıt: Bulgu için somut pekiştirme, bazı kanıtlar açıkça bulguyu desteklerken, sınırlı bilgi aksini düşündürmektedir (%60). Klasik ifade: “Açıkçası…”

Tartışmasız/güçlü kanıt: Kesin olan veya oldukça inandırıcı kanıtlarla (%80) desteklenen bir bulgu. Klasik söz: “Tartışılmaz, inkar edilemez.”

Burada gerçeği araştırmak için yapılan çalışmaları tanımlarken, bir insan hakları ihlaline dair tartışmalar olduğunda sivil toplum kuruluşlarının yaptığı çalışmalardan da söz edilmelidir. (2) Bu çalışmalar, uluslararası soruşturma kurulları aracılığıyla yürütülebilir ve raporlanabilir ancak mahkeme yerine geçmez. Kurumsal değerlendirmenin bir modülü ve aracı olabilir. (3)

İddialar ve şüpheler ortaya çıktığında, toplumdaki adalet duygusunu sarsmamak için bu tür tezlerin bağımsız ve objektif kriterlerle tartışılması ve araştırılması bir zorunluluktur.

Çünkü biz fark etmesek bile bizi, canı yananları ve buna tanık olanları incitiyor.

Bilimin birbirine zarar verme ihtimalini de artırdığı ve Russell “Sorgulayıcı Denemeler” adlı eserinde toplumsal hayatın bu koşullarda devam etmesini sağlayanın aklın eyleme hakim olması olduğunu söyler.

Ne yazık ki son dönemde Kant’ın savunduğu akıl yerine kendilerine yeni Kantçılar diyenlerin akıldışılığa kayıtsız bir teslimiyetle karşı karşıya kaldıklarına ve hakikat sonrası çağın hakikat bükücülerinin de yerini aldığına şahit olduk. bilimsel paradigmada. Bu nedenle, Hume’un bilimi reddeden ideolojisine değil, bilimin nesnel ve bağımsız olması gereken yaşamdan yana inşa edilecek karakteriyle, kavramları bozulmamış bir gerçeği kavramaya çalışan bir siyasi ideolojiye ihtiyacımız var. . Rousseau, “Toplum Sözleşmesi”nde “Her şey boyun eğdirildiği sürece, her şey yok olur, yönetenler onları canlarının istediği gibi yok eder” der. Burada, Agricola’daki “ub, slitüdinem faciunt, pacem appelant- ıssızlık yarattıkları yerde barış olduğunu söylerler” sözü olan Tacitus’tan söz edilmiyor. Rousseau, özgürlükten vazgeçmenin ve konformizme düşmenin yıkıma yol açtığını söylüyor. Objektif, bağımsız ve yaşamdan yana bilimin özgürlüğünden ödün veremeyeceği kesindir. Russell, bu özgürlüğe karşı farklı fikirleri cezalandırarak “hakikat” üreten faydacıların, üretileni gerçeğe yaklaştırma ve ortaya çıkan hakikati bildiğini sanma çabasını baskı olarak tanımlar.

Dolayısıyla özgür aklın eyleme ve bilime hakim olması, doğruyu bildiğini sananların zulmüne de engel olacaktır. Toplumsal hayatın devamını sağlamak için bu bilimsel yaklaşımların rehberlerini oluşturmak ve bilimin sağduyu ile yanlış kullanımının kontrol sistemleri olarak değer vermek gerekmektedir.

Vatanını ve insanını seven hekimler olarak, uzmanlık alanıma kattığım bilgi birikimi ile devletin işleyişine koşulsuz bağlılık yemini edemeyeceğimi ve hekim olarak taahhüdümüzü bir kez daha hatırlatmak boynumun borcudur. hekimler insanlıktır. Locke’tan Hobbes’a ve Leviathan’a giden yolda, devlet dediğimiz aygıt, elinde tuttuğu siyasi otoritenin amaçları doğrultusunda gücü kötüye kullanabilir. İnsanlık tarihinin kendisi bu acımasız kullanımların ve ona karşı verilen mücadelelerin tarihidir. Bu nedenle vatandaş olarak üzerimize düşen görev, gücün kötüye kullanılmasını önleyecek tedbirleri almak, bunun için dayanışma içinde yan yana durmak ve uygulamaları titizlikle takip etmektir. Sağlığa ayrılan sınırlı kaynağın 1/5’ini şirket hastaneleri ile kaybetmemizin nedeni, sağlığı bir tüketim nesnesi haline getirme ısrarı, mesleki bağımsızlığımızı ortadan kaldırma çabaları, küresel salgında çalışma arkadaşlarımızı kaybetmemizin nedeni hasta bakıcımızı ve ilacımızı değersizleştirerek hastanede tanıştık ve bunun da ötesinde bunların yol açtığı sağlık sorunları. Şiddet objesi haline getirilmemize karşı durma noktasına geldiğimiz Tabip Odaları ve Türk Tabipleri Birliği bu denetimi yapacak emek ve meslek kuruluşlarından sadece bir tanesidir. Bugüne kadar hep bu görevi hakkıyla yapmaya çalışmış, Nusret Fişek hocamızdan bu yana siyasi otoritenin aidiyeti değişse de bu denetimlerin hesabı sorulmaya çalışılmış ve bedeli ödenmeye çalışılmıştır. Bugün meslektaşlarımızın oylarıyla üstlendiğimiz misyonumuz, ismiyle tıp uzmanı olarak paylaştığım tıbbi görüşüm ileri sürülerek emsal teşkil edecek şekilde kriminalize edilmeye çalışılmaktadır.

Devlet denen aygıt, elinde bulundurduğu siyasi otoritenin kimliğine uygun olarak tüm kurumlarıyla bir hata yapılanmasına dönüşebilir. Bu dönüşümün önündeki engel ise yok etmeye çalıştıkları toplum olma becerisi, vatandaşların toplum olma ısrarı ve sorumluluğu, bunun için kurdukları yapı ve örgütler ve onu kontrol etmedir. İnsanlığın korunması ve insani kayıpların önlenmesi için geliştirilen uluslararası anlaşmalar ve kuruluşlarla önlem alma çabalarına rağmen bu cihazların ısrarla ısrarla sürdürdükleri insanlık kabahatleri ve insan hakları ihlalleri de kapsam içine alınmıştır. tıp pratiği olarak adlandırılan tıp uzmanlığının çalışma alanı. Çalışma alanımızın feshedilmesi ve kriminalize edilmesi kabul edilemez.

Adli tıp uzmanlığı, tıp pratiğinde çok fazla bilinmeyen ve tıp fakültesi eğitimimiz sırasında hakkında pek bilgi sahibi olmadığımız bir alandır. Ancak tıbbi uygulamalarımızda, özellikle acil durumlarda, isim taşıyan vakalarla oldukça sık karşılaşıyoruz, ancak farkında olmadan etraflarında dolaşıyoruz. İsimli davaya gelince, Türkiye’deki isimsiz tıbbi yapılanmadan beslenen bir algı ile bu devlet aygıtının kolluk, savcılık ve mahkeme ile ilişkilendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. İş kazaları kayıt altına alınmıyor, meslek hastalıkları görülmüyor, aile içi şiddet merdivenden düşüyor, çocuk istismarı atlanıyor. Bazen yaralarla ilgili “adli tıp” derslerinin kalıntıları birbirine karışmakta, var olmayan istismarlar aileleri parçalamakta, cinsel saldırılar, psikolojik temeli güçlendirilmemiş müdahale raporları ile toplumsal bir saldırıya dönüşmektedir.

Üniversitede adli tıp uzmanı ve öğretim görevlisi olarak çalışmalarım, uluslararası misyonlardaki gözlemlerim, 15 yıllık tecrübem sonrasında Tıp Fakültesi bünyesinde bir poliklinik kurmak ve gözden kaçanların, yok sayılanların ya da yapamayacakları bir birim oluşturmak niyetim. Bu fonksiyona ulaşmak için çalışma arkadaşlarımla kişisel uygulamalar yapabilirim. Uzun tartışmalardan sonra 1999 yılında hayata geçti. Türkiye’nin ilk isimli medikal polikliniği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Anabilim Dalı bünyesinde kurulmuştur. Bu öncü girişimin etkinliği, Türkiye’nin birçok yerleşik tıp fakültesinde ve ardından Sağlık Bakanlığı hastanelerinde birbiri ardına tıp polikliniklerinin ortaya çıkmasından görülebilir. Yıllar içinde bu polikliniğin birçok başvurusu ile hazırlanan tıbbi değerlendirmeler, Ebu Gureyb ve Guentanamo’nun işkence iddialarının hem ulusal yargı süreçlerinde hem de AİHM kararlarında soruşturulmasına katkı sağlayan belgeler olmuştur.

Adli tıp, uzlaşmaz taraflar arasında tüm taraflar arasında eşit olarak durarak, kaybı objektif bilimsel kriterlerle belirleme, ölçme, değerlendirme ve gerçeği ortaya koyma çabasının olduğu bir tıp pratiğidir. Bazen önce istismara uğrayan çocuğu sonra da demans nedeniyle çekingenliği kalkmış istismarcıyı muayene edeceksiniz. Her iki tarafın tecrübelerini dikkate alan, objektiflikten ve bilimsellikten taviz vermeyen, insanla rekabetin tıbbi maliyetlerinden süzülmüş bir tavırla hareket ediyorsunuz.

Taraflar arasındaki güç dengesizliği tıbbi uygulamaların en şiddetli olduğu alandır. İnsan hakları ihlallerine ilişkin tezlerde, aksine tezin tarafı olan devletin elindeki araçları elinde tutma yetkisine sahip güç ise, çalışma koşullarının bağımsızlığını güvence altına alacak bir yapıya ihtiyaç vardır. uluslararası anlaşmalarla tanımlanan yükümlülükler. Daha önce de belirttiğim gibi insanlıktaki ilerlemeler, bunu sağlamak için kurumsallaşma önerilerini ve çalışma ilkelerini içeren kılavuzların hazırlanmasını gerektirdi ve uzmanlık alanımızda yapmış olduğum çalışmalar bana bu kılavuzlardan birinin yazarlarından biri olma fırsatı verdi. . İstanbul Protokolü, yaşam biçimi olarak benimsediğim ilacımın, insan hakları mücadelemin insanlık için bir armağanıdır. Bu rehberi hazırlarken ilham aldığımız Minnesota Protokolü de iddianameye konu olan programda bahsettiğim rehberlerden bir diğeri.

Adli tıpta hakikat arayışımızda zarar gören/gördüğü iddia edilen kişi ile her zaman doğrudan rekabet etme imkanımız olmayabilir. Eğer bir hata argümanı varsa, hata ve delil gizlenmeye çalışılabilir ve birincil/birincil delillere ulaşılması güçleşirse, ikincil/ikincil veya dolaylı deliller bunların aranmasının gerekliliğini desteklemek için kullanılabilir. Özellikle insan haklarının korunması bağlamında, devletler tarafından işlendiği iddia edilen suçların devletlerden bağımsız olarak soruşturulması ve bu soruşturmaları yürütenlerin asılsız suçlamalarının önüne geçilmesi amacıyla hazırlanan çok sayıdaki kılavuzdan biri de OHCHR’nin bir BM belgesi olan “Komisyonlar”dır. Uluslararası İnsan Haklarına İlişkin Araştırma ve Gerçek Bulma Misyonları”. ve Humanitarian Law: Guidance and Practice (International Human Rights and Humanitarian Law Truth Research and Investigation Commissions Guide and Practice Book)”, Leiden Üniversitesi’nden bilim adamlarının katkılarıyla hazırlanan bir rapor; “BM’de Kullanılan Dijital Olarak Türetilmiş Kanıtlar Raporu” İnsan Hakları Bilgi Toplama Görevleri, Kanıt Yaklaşımları ve Standartları (İnsan Hakları Araştırmalarında Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtların Kullanımına İlişkin Rapor: Kanıt Standardı ve Yaklaşımlar).

Tespit komisyonları tarafından yapılan değerlendirmelerin yöntemleri, birincil (birincil) ve ikincil (ikincil) kaynakların veya kanıtların değerlendirilmesinde, açık kaynakların tartışılmasında ve bu bağlamda fotoğraf, görüntü vb. dijital kanıtların ele alınmasında belirtilir.

Leiden Üniversitesi’nin birçok bilgi toplama görevinde dijital delillerin değerlendirilmesini ele aldığı raporunda, görüntü ve fotoğrafların, yeni oldukları doğrulandığında birincil bilgi kaynağı olarak kabul edildiği ve eşdeğer oldukları belirtiliyor. doğrudan mağdurlardan veya tanıklardan elde edilen bilgiler. Komite raporlarının bir kısmında özgünlüğün kurul tarafından belirlendiği belirtilirken ve herhangi bir açıklama yapılmazken, örneğin 2019 Myanmar raporunda “kuruluşların ham veri ve notları, uzman görüşleri, uygulamaları ve açık kaynak araçları ikincil denetimlerle denetlenmiştir. (ikincil) bilgi, dijital doğrulama için…uzman görüşü. Bir çok güvenli bilginin de “alındı” detaylı açıklaması ile bir araya getirildiği tanımlanmıştır. (4)

Bu raporun dayandığı BM Yönergesi, kurulların yararlanacağı kaynakları tanımlamış, (5) bilgi kaynaklarını birincil ve ikincil olarak sıralamış, (6) alt paragrafta görüntü malzemeleri ve fotoğrafları ayrıntılı olarak açıklamış ve Görüldüğü gibi bu bent d bendindeki resmi belgelerden farklı olarak ele alınmıştır. Günümüzde taşınabilir telefonlar, özellikle olay mahalline ulaşılamayan koşullarda, yüksek kalitede fotoğraf ve görüntü elde etme özelliği ile You Tube veya sosyal iletişim gibi halka açık alanlara yüklenerek araştırmacılar için değerli bir bilgi kaynağı olabilmektedir. Facebook gibi kanallar. Bu tür kaynaklar propaganda malzemesi olarak da kullanılabileceğinden, bu malzemenin yepyeni olması, kullanım maliyeti, herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığı, olayın gerçekleşip gerçekleşmediği, görüntülerdeki kişilerin bu eylemlerde yer alıp almadığı bağımsız kaynaklar bir araya getirilerek değerlendirilmeli, özellikle görüntüleri sağlayan tanıkların ifadeleri de ücretli bilgi olarak kullanılmalıdır. (7)

Propaganda tartışmasıyla suçlandığım yayın ve konuşmanın içeriğine gelince; Sorularla 7 dakikalık konuşma bir komite faaliyeti değil, insan hakları ihlallerinde uzmanlaşmış bir tıp uzmanı olarak benim tarafımdan bu tür komitelere ikincil bilgi kaynağı olarak sunulan türden bir tıbbi değerlendirmedir. Ayırıcı tanı adımlarını o kısa yayında aktaramayacağım için bu değerlendirme sonucunda ulaştığım ve kısaca bahsettiğim bir ön tanıdan bahsediyoruz.

Burada ayırıcı tanı adımlarını sizlere aktarmak istiyorum.

Videoda karanlık ortamda bulunan bazı kişilerde bazı belirtiler gözlemleniyor. Bire bir ortamda bu semptomu gösteren, ancak etkilenmemiş görünen kişilere yardım edenler var. Bu da zamanla etkisini kaybeden uçucu bir madde-gaz halini düşündürür. Bunu destekleyen ikinci veri, zehirli bir gaz formuna işaret ediyor, etkilenenlerden birinin ağzındaki kanlı, köpüklü bir sızıntı. Bu, soluma yoluyla alınan zehirli bir gaz olan kanlı köpük nedeniyle akciğer tutulumunu destekler. Ayrıca bu bireyde istemsiz kasılma gibi hareketler sınır sistemi tutulumunu düşündürür. Diğer etkilenen bireyde de öfori gösteren semptomlar vardır. Farklı maruz kalmalar, maruz kalma, maruz kalma süresi ve yoğunluğu ile ilişkilendirilebilir. Bu makul sonuç ışığında, başta uçucu ve hava ile yer değiştiren zehirli gazlar olmak üzere bazı toksik gazlarda oluşabilen bir nedensel faktörün varlığı için tıbbi olasılıklar kararlı olduğunda yapılması gereken; Ajanın türünü, oraya hangi yoldan ulaştığını ve onu teslim etmekten sorumlu olanları belirlemek için etkili bir soruşturma ve tıbbi belgelemedir.

Savcının eşanlamlı iki kelimeyi arka arkaya kullanması ve “teşhis/teşhisten sonra ileri tetkik” isteyemeyeceğime karar vermesi de bu bilgisizliğin bir tezahürüdür. “Zehirli bir gaz kullanıldığı açıktır” şeklinde makul bir sonuca vardığım görseldeki belirtiler üzerine yaptığım tıbbi değerlendirme bir “ön teşhis”tir. Olay yerinde yapılacak inceleme, alınacak örneklerden yapılacak laboratuvar incelemeleri ve cesetlerin otopsilerinin Minnesota Protokolü ışığında yapılması, etkili bir belgeleme ve suç bağlantısı olduğundan İddia edilen olay mahallinde kimyasal madde tespit edilirse bunun yasak silah olup olmadığı belirlenebilir, bu nedenle kılavuzda belirtilen biçimde etkin bir soruşturma yapılabilir. Bağımsız bilirkişiler tarafından araştırılmadan, “teşhis” unsuru olarak bu zarar verici (sağlığa olumsuz etkileri olan) etkenin türünün, olay mahalline kimler veya kimler tarafından ulaştığı yani sorumlunun tespit edilmesi mümkün değildir. kişiler. Bu nedenle yayında bahsettiğim tıbbi görüş ön tanı niteliğindedir. Teşhise erişim, etkili ve bağımsız bir araştırma ve belgeleme gerektirir.

Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz ki, teşhis sürecinde bize dayatılan birkaç dakikalık şikayetleri dinleme, gözlemleme ve başarılı olursak, ön teşhise kadar hepimiz yılların mesleki bilgi ve tecrübesini ön teşhise katıyoruz. inceleme. O bir iki dakikalık izleme süresinin arkasında programda birkaç cümleye sığdırmaya çalıştığım 35 yılı aşkın tecrübem ve 45 yıllık tıp bilgim var.

Yayında da değindiğim OHCHR Rehberi Ek 1’de atıfta bulunulan diğer rehberler, bu değerlendirmeler için kullanılan rehberlerin ortasında yer almaktadır.

Bu birikimin heybemde kalan bir örneğini burada paylaşmak yerinde olacaktır. Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerden birinde, kolluk kuvvetlerinin yoğun şekilde göz yaşartıcı gaz kullanması ve göğsüne gaz fişeği isabet etmesi sonucu aracında hayatını kaybettiği öne sürülen bir kişi hakkında, ülkenin insan hakları savunucuları fotoğraflar paylaştı. aracın ve ölen kişinin göğsündeki yaranın gaz fişeğinin çarpmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı soruldu. Aracın özelliklerini içeren tarihsel bilgilerin ve araçta hava yastığının ortasında kalması beklenen metal parçanın fotoğraf ve durumunun göğüs bölgesindeki yaralanma ile uyumlu olduğunu ve bu ölümcül durumun olduğunu belirttim. metal parçanın çarpması yaralanmaya neden olmuş olabilir. Bu bir ön teşhisti, teşhis için detaylı muayene gerektiğini de belirttim. Kimse çelişkili bulmadı.

Adli tıp uygulamalarında elimizdeki bilgiler yetersiz kaldığında da ön değerlendirme raporları hazırlayabiliyoruz. Siz hukukçuların anlayacağı bir dille “geçici rapor” dediğiniz sağlık raporları, ek bilgilerle desteklendiğinde kapsamlı bir tıbbi değerlendirme için yapılan hazırlıklardır. Yine sizin dilinizde “nihai rapor” bazı meslektaşlarımın yetersiz tıbbi bilgi nedeniyle yanlış kullandıkları bir terimdir. Adı olan bir rapor kesintili veya kesin olamaz. Ön değerlendirme raporu, yeni muayene ve verilerle zenginleştirilerek daha sonraki tıbbi değerlendirmelere katkıda bulunur ve kapsamlı, bazı durumlarda değişken tıbbi değerlendirmeye dönüşebilir. Alanımızın değerli isimlerinden Bernard Knight’ın deyimiyle adli tıpta “asla, asla her zaman” yoktur.

Bu nedenle savcının “ben hem teşhis koydum hem teşhis koydum ve yerinde inceleme yani ileri tetkik önerdim yani çelişki var” tanımlaması tıbbın bilim dışı bir yaklaşımıdır.

Yayının niteliğine göre bilimsel bir değerlendirmeyi suç olarak tanımlamak benim insan hakları savunucusu kimliğimle örtüşmez. Bir insan hakları savunucusu olarak, Arendt’in çok isabetli bir şekilde dile getirdiği “haklara sahip olma hakkı” temel ilkesiyle, tanımı ne olursa olsun, ifade özgürlüğünü ve toplumun bilgi edinme hakkını korumakla yükümlüyüm. medyada kim ya da ne”. Dolayısıyla kimin aradığı, yayının siyasi çizgisi, hangi yayına bağlandığım beni ilgilendirmiyor. Bugün en değerli bulduğum filozoflardan biri olan Etienne Balibar’ın, beni insan yapan Kant ve Arendt’i anarak şereflendirdiği referans metninde adımı yazdığı gibi; “Aydınlar ve uzmanlar seslerini yükselterek, suçları yayarak, hukuka ve insan haklarına aykırı uygulamaları eleştirerek devleti zayıflatmaz, meşru otoritesini ortadan kaldırmaz, aksine hayati vatandaşlık görevini yerine getirir” yaklaşımı Rousseau’nun toplum sözleşmesinde belirttiği gibi, ana maddelere uyulmaması devletin meşruiyetini baltalar. Zarar vereceği ve “eriyip gitmesine” neden olacağı düşünüldüğünde; Bir doktor, tıp uzmanı, bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak bilimsel özgürlük ve ifade özgürlüğü hakkımı kullandığım ve hakların kullanılmasının suç olarak tanımlanamayacağı görülmektedir.

Burada insan hakları alanında çalışan siyaset felsefecisi sevgili Nilgün Toker’in bilgeliğine de kısaca değinmek istiyorum. Yurttaşlık sorumluluğu ve bilim adamı sorumluluğu birbiriyle ilişkilidir ancak bilim insanı sorumluluğunun yurttaşlık sorumluluğunun ötesine geçen daha geniş kapsamını kapsar. Biz bilim adamları olarak bilim kamuoyunun bir modülü olduğumuz için vatandaşlık tanımında yer alan ifade özgürlüğü ile sınırlandırılamayan bilimsel görüşümüz, bilimsel kriterlerle ve bilim kamuoyu tarafından tartışılmaktadır. Bilimin sivil alana ve halka hitap etmesi farklı bir sorumluluktur. Bilgiden doğan sorumluluğumuz ile aynı zamanda vatandaş olmaktan kaynaklanan sorumluluğumuz birleştiğinde çok değerli bir niteliğin taşıyıcısı olacağımız kesindir. Bilimsel faaliyetle görme, anlama ve bilme kapasitesi genişleyen bilim insanı, bu kapasiteleri aracılığıyla vatandaşlık alanına, halka uyarı ve gösterme sorumluluğunu da taşımaktadır. Bir halk aydını olarak, sevgili Nilgün Toker’in tanımladığı gibi, halka soru sorma, gerçeği talep etme, “araştırmalı” deme anlamım bu sorumluluktan kaynaklanmaktadır.

Bu açıklamayı bitirmeden önce altını çizmek isterim ki, Türk Tabipleri Birliği Merkez Yönetim Kurulu Başkanlığı eliyle diğer kimliklerimden tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Elbette TTB Merkez Yönetim Kurulu’na seçilenler olarak toplum sağlığını korumak için hekimlere ve topluma karşı sorumluluklarımız var. Ancak bu seçim ve üstlendiğimiz sorumluluk, bizi diğer görev ve sorumluluklarımızdan kurtarmaz. Kimliğimizi elimizden almaz. Örneğin 2. Liderimiz Ali İhsan Ökten, halen uzman beyin cerrahı olarak ameliyatlarına devam etmekte ve uygun bir fotoğrafçı olarak görsel şölenleriyle insanları zenginleştirmektedir. Onu bu kimliklerden sıyırmak mümkün olmadığı gibi, benim sadece bu ülkenin değil tüm dünyanın kabul ettiği tıp uzmanı kimliğimi de ondan sıyırmak mümkün değildir ve bunu görmezden gelmek mümkün değildir. Özellikle insan hakları ihlalleri tezleri ortaya çıktığında tıp uzmanlarına ilk danışan benim.

Merkez Yönetim Kurulu üyeleri olarak birbirinden bağımsız olan bu kimlikler bizi ve işimizi beslese de Merkez Yönetim Kurulu kimliklerimizden farklı bir varoluşa işaret etmektedir. Türk Tabipler Birliği Merkez Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı tek kimlik olarak sunmak, diğer kimliklerimi susturmak ve varlığımı kısıtlamak anlamına gelir.

Bu açıklama Brecht’ten bahsetmeden yapılamaz. Hele kelimenin öznesi “suç” olunca: “Nasıl bir zamanda yaşıyoruz, ağaçlardan bahsetmek neredeyse suç sayılıyor çünkü içinde sessizce aktarılan birçok suç var.”

Tıbbın insanlıkla ilgili, insanı tüm zararlı etkenlerden koruma ve tüm zararlı etkenlerden arındırma çabası olarak, insanlığa karşı yapılan yanlışların karşısında durmaktan, insan onuruna aykırı davranışlarla suistimal edilmekten korunmaya, zehir akıtan fabrikaların durdurulmasına, zeytinlerimizi, arılarımızı, böceklerimizi korumaktan, bugünlerde sıkça gördüğümüz savaşların iklim değişikliği üzerindeki etkilerine kadar. Adını çok duyduğumuz ve kolay yöntemlerle önüne geçilebilen her türlü insanın sağlığına zararlı durumlara karşı bu yaşam tarzına verilen isimdir. Bu yaşam biçimini ve tavrımızı suça dönüştürmeye çalışmak beyhudedir. Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘Yaşamak ciddi iştir’.”

Dipnotlar:

1. Cenevre Akademisi Uluslararası İnsani Yardım ve İnsan Hakları Bilgi Toplama ve Soruşturma Misyonlarında Kanıt Standartları
2. Cenevre Akademisi Uluslararası İnsani Yardım ve İnsan Hakları Bilgi Toplama ve Soruşturma Misyonlarında Kanıt Standartları

3. Cenevre Akademisi Uluslararası İnsani Yardım ve İnsan Hakları Bilgi Toplama ve Soruşturma Misyonlarında Kanıt Standartları

4. BM İnsan Hakları Bilgi Toplama Misyonlarında Kullanılan Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtlar Hakkında Rapor. Kanıt Yaklaşımları ve Standartları – İnsan Hakları Araştırmalarında Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtların Kullanımına İlişkin Rapor: Kanıt Standardı ve Yaklaşımlar, s 10-12

5. BM İnsan Hakları Bilgi Toplama Misyonlarında Kullanılan Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtlar Hakkında Rapor. Kanıt Yaklaşımları ve Standartları – İnsan Hakları Araştırmalarında Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtların Kullanılmasına İlişkin Rapor: Kanıt Standardı ve Yaklaşımlar, s 37

6. BM İnsan Hakları Bilgi Toplama Misyonlarında Kullanılan Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtlar Hakkında Rapor. Kanıt Yaklaşımları ve Standartları – İnsan Hakları Araştırmalarında Dijital Olarak Elde Edilen Kanıtların Kullanımına İlişkin Rapor: Kanıt ve Yaklaşımlar Standardı, s 42-2. ilk paragraf

7. Uluslararası İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Üzerine Araştırma ve Bilgi Bulma Misyonları Komisyonları: Rehberlik ve Uygulama

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort